Bu noktaya kadar anlattıklarımızla birlikte, gerçekte "üç
boyutlu bir mekan"ın aslı ile muhatap olmadığımız, tüm yaşamımızı
zihnimizdeki bir mekan içinde sürdüğümüz kesinlik kazanmaktadır. Bunun aksini
iddia etmek, akıl ve bilimsellikten uzak bir batıl inanç olacaktır. Çünkü
dışımızdaki dünyanın aslı ile muhatap olmamız mümkün değildir.
Bu durum, evrim teorisinin de temelini oluşturan materyalist
felsefenin birinci varsayımını çürütür. Bu varsayım, maddenin mutlak ve sonsuz
olduğu varsayımıdır. Materyalist felsefenin ikinci varsayımı ise, zamanın
mutlak ve sonsuz olduğu varsayımıdır ki, bu da diğeri kadar batıl bir
inanıştır.
Zaman Algısı
Zaman dediğimiz algı, aslında bir anı bir başka anla kıyaslama
yöntemidir. Bunu bir örnekle açıklayabiliriz. Bir cisme vurduğumuzda bundan
belirli bir ses çıkar. Aynı cisme tekrar vurduğumuzda yine bir ses çıkar. Kişi,
birinci ses ile ikinci ses arasında bir süre olduğunu düşünür ve bu süreye
"zaman" der. Oysa ikinci sesi duyduğu anda, birinci ses sadece
zihnindeki bir hayalden ibarettir. Sadece hafızasında var olan bir bilgidir.
Kişi, hafızasında olanı, yaşamakta olduğu anla kıyaslayarak zaman algısını elde
eder. Eğer bu kıyas olmasa, zaman algısı
da olmayacaktır.
Aynı şekilde kişi, bir odaya kapısından girip sonra da odanın
ortasındaki bir koltuğa oturan bir insanı gördüğünde, kıyas yapar. Gördüğü
insan koltuğa oturduğu anda, onun kapıyı açması, odanın ortasına doğru yürümesi
ile ilgili görüntüler, sadece beyinde yer alan bir bilgidir. Zaman algısı,
koltuğa oturmakta olan insan ile bu bilgiler arasında kıyas yapılarak ortaya
çıkar.
Kısacası zaman, beyinde
saklanan birtakım bilgiler arasında kıyas yapılmasıyla var olmaktadır. Eğer
bir insanın hafızası olmasa, beyni bu tür yorumlar yapmaz ve dolayısıyla zaman
algısı da oluşmaz. Bir insanın "ben otuz yaşındayım" demesinin
nedeni, beyninde söz konusu otuz yıla ait bazı bilgilerin biriktirilmiş
olmasıdır. Eğer hafızası olmasa, ardında böyle bir zaman dilimi olduğunu
düşünmeyecek, sadece yaşadığı tek bir "an" ile muhatap olacaktır ki
bu nokta çok önemlidir.
Zamansızlığın Bilimsel Anlatımı
Bu konuda görüş belirten düşünür ve bilim adamlarından örnekler
vererek konuyu daha iyi açıklamaya çalışalım. Nobel ödüllü ünlü genetik
profesörü ve düşünür François Jacob, Mümkünlerin
Oyunu adlı kitabında zamanın geriye akışı ile ilgili şunları anlatır:
Tersinden gösterilen filmler, zamanın tersine doğru akacağı bir dünyanın
neye benzeyeceğini tasarlamamıza imkan vermektedir. Sütün fincandaki kahveden
ayrılacağı ve süt kabına ulaşmak için havaya fırlayacağı bir dünya; ışık
demetlerinin bir kaynaktan fışkıracak yerde bir tuzağın (çekim merkezinin)
içinde toplanmak üzere duvarlardan çıkacağı bir dünya; sayısız damlacıkların
hayret verici işbirliğiyle suyun dışına doğru fırlatılan bir taşın bir insanın
avucuna konmak için bir eğri boyunca zıplayacağı bir dünya. Ama zamanın tersine
çevrildiği böyle bir dünyada, beynimizin
süreçleri ve belleğimizin oluşması da aynı şekilde tersine çevrilmiş olacaktır.
Geçmiş ve gelecek için de aynı şey olacaktır ve dünya tastamam bize
göründüğü gibi görünecektir.
Beynimiz belirli bir sıralama yöntemine alıştığı için şu anda
dünya üstte anlatıldığı gibi işlememekte ve zamanın hep ileri aktığını
düşünmekteyiz. Oysa bu, beynimizin içinde verilen bir karardır ve dolayısıyla
tamamen izafidir. Eğer hafızamızdaki bilgiler geriye doğru oynatılan
filmlerdeki gibi dizilse, zamanın akışı da bizim için geriye doğru oynatılan
filmlerdeki gibi olacaktır. Böyle bir durumda, geçmişi gelecek, geleceği de
geçmiş olarak algılamaya başlar, hayatı şimdiki düzeninin tam tersi bir düzende
yaşarız.
Gerçekte ise zamanın nasıl aktığını, ya da akıp akmadığını asla
bilemeyiz. Bu da zamanın mutlak bir
gerçek olmadığını, sadece bir algı biçimi olduğunu gösterir.
Zamanın bir algı olduğu, 20. yüzyılın en büyük fizikçisi sayılan
Einstein'ın ortaya koyduğu Genel Görecelik Kuramı ile de doğrulanmıştır.
Lincoln Barnett, Evren ve Einstein
adlı kitabında bu konuda şunları yazar:
Salt uzayla birlikte Einstein, sonsuz
geçmişten sonsuz geleceğe akan şaşmaz ve değişmez bir evrensel zaman kavramını
da bir yana bıraktı. Görecelik Kuramı'nı çevreleyen anlaşılmazlığın büyük
bölümü, insanların zaman duygusunun da
renk duygusu gibi bir algı biçimi olduğunu kabul etmek istemeyişinden
doğuyor... Nasıl uzay maddi varlıkların olasılı bir sırası ise, zaman da olayların olasılı bir sırasıdır.
Zamanın öznelliğini en iyi Einstein'in sözleri açıklar: "Bireyin
yaşantıları bize bir olaylar dizisi içinde düzenlenmiş görünür. Bu diziden hatırladığımız olaylar 'daha önce' ve 'daha
sonra' ölçüsüne göre sıralanmış gibidir. Bu nedenle birey için bir
ben-zamanı, ya da öznel zaman vardır.
Bu zaman kendi içinde ölçülemez. Olaylarla sayılar arasında öyle bir ilgi
kurabilirim ki, büyük bir sayı önceki bir olayla değil de, sonraki bir olayla
ilgili olur.
Einstein'ın bu sözlerinden, zamanın ileriye doğru aktığı fikrinin
tamamen bir şartlanma olduğu anlaşılmaktadır.
Einstein, Barnett'in ifadeleriyle, "uzay ve zamanın da sezgi
biçimleri olduğunu, renk, biçim ve büyüklük kavramları gibi bunların da bilinçten ayrılamayacağını göstermiş"tir.13
Genel Görecelik Kuramı'na göre "zamanın
da, onu ölçtüğümüz olaylar dizisinden ayrı, bağımsız bir varlığı yoktur."
Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle algılayana
bağlı, yani göreceli bir kavramdır.
Zamanın akış hızı, onu ölçerken kullandığımız referanslara göre
değişir. Çünkü insanın bedeninde zamanın akış hızını mutlak bir doğrulukla
gösterecek doğal bir saat yoktur. Lincoln Barnett'in belirttiği gibi
"rengi ayırt edecek bir göz yoksa, renk diye bir şey olmayacağı gibi,
zamanı gösterecek bir olay olmadıkça bir an, bir saat ya da bir gün hiçbir şey
değildir."
Zamanın göreceliği, rüyada çok açık bir biçimde yaşanır. Rüyada
gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte her şey birkaç dakika
hatta birkaç saniye sürmüştür.
Konuyu biraz daha açıklamak için bir örnek üzerinde düşünelim.
Özel olarak dizayn edilmiş tek pencereli bir odaya konup, burada belirli bir
süre geçirdiğimizi düşünelim. Odada geçen zamanı görebileceğimiz bir de saat
bulunsun. Aynı zamanda odanın penceresinden güneşin belirli aralıklarla
doğup-battığını görelim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, o odada ne kadar
kaldığımız sorulduğunda vereceğimiz cevap; hem zaman zaman saate bakarak
edindiğimiz bilgi, hem de güneşin kaç kere doğup battığına bağlı olarak
yaptığımız hesaptır. Örneğin, odada üç gün kaldığımızı hesaplarız. Ama eğer
bizi bu odaya koyan kişi bize gelir de, "aslında sen bu odada iki gün
kaldın" derse ve pencerede gördüğümüz güneşin aslında suni olarak
oluşturulduğunu, odadaki saatin de özellikle hızlı işletildiğini söylerse, bu
durumda yaptığımız hesabın hiçbir anlamı kalmaz.
Bu örnek de göstermektedir ki, zamanın akış hızıyla ilgili
bilgimiz, sadece algılayana göre değişen referanslara dayanmaktadır.
Aynı şekilde zamanın akış hızının, farklı şartlarda herkesçe
farklı olarak algılanması da zamanın psikolojik bir algıdan ibaret olduğunu
kanıtlar. Örneğin, bir arkadaşınızla buluşacağınız zaman onun 10 dakikalık bir
gecikmesi size bitmek bilmeyen, çok uzun bir zaman gibi gelebilir. Ya da sabah
okula veya işe gitmek üzere uyanan uykusuz bir insana uyuyacağı fazladan bir 10
dakika oldukça uzun gelebilir, hatta bu sayede uykusunun büyük bir kısmını
aldığını düşünebilir. Bazı şartlarda ise bunun tam tersi söz konusudur.
Öğrencilik yıllarından hatırlayacağınız gibi -40 dakikalık- adeta bir asır
süren bir dersin ardından 10 dakikalık bir teneffüs çok çabuk geçebilir.
Zamanın göreceliği, bilimsel yöntemle de ortaya konmuş somut bir
gerçektir. Einstein'ın Genel Görecelik
Kuramı göstermektedir ki zamanın hızı, bir cismin hızına ve çekim merkezine
olan uzaklığına göre değişmektedir. Hız arttıkça zaman kısalmakta, sıkışmakta;
daha ağır daha yavaş işleyerek sanki "durma" noktasına
yaklaşmaktadır.
Bunu Einstein'ın bir örneği ile açıklayalım. Bu örneğe göre aynı
yaştaki ikizlerden biri Dünya'da kalırken, diğeri ışık hızına yakın bir hızda
uzay yolcuğuna çıkar. Uzaya çıkan kişi, geri döndüğünde ikiz kardeşini
kendisinden çok daha yaşlı bulacaktır. Bunun nedeni uzayda seyahat eden kardeş
için zamanın daha yavaş akmasıdır. Aynı örnek hızı ışık hızının yüzde doksan
dokuzuna yakın olan bir roketle uzayda yolculuk yapan bir baba ve dünyada kalan
oğlu için de düşünülebilir; "eğer
babanın yaşı 27, oğlunun yaşı 3 olsa, 30 dünya senesi sonra baba dünyaya
döndüğünde oğul 33 yaşında, baba ise 30 yaşında olacaktır."
Zamanın izafi oluşu, saatlerin yavaşlaması veya hızlanmasından
değil; tüm maddesel sistemin atom altı seviyesindeki parçacıklara kadar farklı
hızlarda çalışmasından ileri gelir. Zamanın kısaldığı böyle bir ortamda insan
vücudundaki kalp atışları, hücre bölünmesi, beyin faaliyetleri gibi işlemler
daha ağır işlemektedir. Böylelikle kişi zamanın yavaşlamasını hiç fark etmeden
günlük yaşamını sürdürür.
Rölativite Teorisi ile ortaya konan bu gerçekler daha sonra pek
çok bilim adamı tarafından defalarca onaylanmıştır. Bu teori ile ilgili Isaac
Asimov'un tespiti şöyledir:
Einstein'ın Rölativite teorilerinin
yayınlanmasının üzerinden 84 yıl geçmiştir. Bu süre içinde teoriler birçok kez
testten geçmiştir ve her defasında Einstein haklı çıkmıştır.
Kuran'da İzafiyet
Modern bilimin bu bulgularının bize gösterdiği sonuç, zamanın
materyalistlerin sandığı gibi mutlak bir gerçek değil, göreceli bir algı
oluşudur. Bu konudaki önemli gerçek ise, 20. yüzyıla dek bilimin farkında
olmadığı bu gerçeğin, bundan 14 asır önce indirilmiş olan Kuran'da
bildirilmesidir. Kuran ayetlerinde, zamanın izafi bir kavram olduğunu gösteren
açıklamalar bulunur.
Modern bilim tarafından doğrulanan, zamanın psikolojik bir algı
olduğu, yaşanan olaya, mekana ve şartlara göre farklı algılanabildiği gerçeğini
pek çok Kuran ayetinde görmek mümkündür. Örneğin bir insanın bütün hayatı,
Kuran'da bildirildiğine göre çok kısa bir süredir:
Sizi çağıracağı gün,
O'na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı
sanacaksınız. (İsra Suresi, 52)
Gündüzün bir
saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı
gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar… (Yunus Suresi, 45)
Bazı ayetlerde ise insanlara zamanın sandıklarından da kısa bir
sürede geçtiği şöyle bildirilir.
Dedi ki: Yıl sayısı
olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir
günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az
(zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz," (Müminun Suresi, 112-114)
Başka bazı ayetlerde de, zamanın farklı ortamlarda farklı bir akış
hızıyla geçtiği bildirilir:
... Gerçekten, senin
Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (Hac
Suresi, 47)
Melekler ve Ruh
(Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir. (Mearic
Suresi, 4)
Gökten yere her işi O
evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir
günde yine O'na yükselir. (Secde Suresi, 5)
Bu ayetler, zamanın izafiyetinin çok açık birer ifadesidir. Bilim
tarafından 20. yüzyılda ulaşılan bu sonucun bundan 1400 yıl önce Kuran'da
bildirilmiş olması ise, elbette, Kuran'ı zamanı ve mekanı tümüyle sarıp kuşatan
Yüce Allah'ın indirdiğinin delillerinden biridir.
Kuran'ın daha pek çok ayetinde kullanılan üslup açıkça zamanın bir
algı olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle de kıssalarda bu anlatımı görmek
mümkündür. Örneğin Allah Kuran'da bahsedilen mümin bir topluluk olan Kehf
ehlini üç yüzyılı aşkın bir süre derin bir uyku halinde tutmuştur. Daha sonra
uyandırdığında ise bu kişiler zaman olarak çok az bir süre kaldıklarını
düşünmüşler, ne kadar uyuduklarını tahmin edememişlerdir:
Böylelikle mağarada
yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik). Sonra iki
gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için
onları uyandırdık. (Kehf Suresi, 11-12)
"Böylece,
aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık).
İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki:
"Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler
ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir..." (Kehf Suresi,
19)
Aşağıdaki ayette anlatılan durum da zamanın aslında psikolojik bir
algı olduğunun önemli bir delilidir.
Ya da altı üstüne
gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki:
"Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?" Bunun üzerine
Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: "Ne
kadar kaldın?" O: "Bir gün veya bir günden az kaldım" dedi.
(Allah ona:) "Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine
bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara
ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya
getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?" dedi. O, kendisine (bunlar)
apaçık belli olduktan sonra dedi ki: "(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten
Allah, her şeye güç yetirendir. (Bakara Suresi, 259)
Görüldüğü gibi bu ayet zamanı yaratan Allah'ın zamandan münezzeh
olduğunu açıkça göstermektedir. İnsan ise Allah'ın kendisi için takdir ettiği
zamana bağımlıdır. Ayette görüldüğü gibi insan ne kadar uykuda kaldığını dahi
bilmekten acizdir. Böyle bir durumda (materyalistlerin çarpık mantığında olduğu
gibi) zamanın mutlak olduğunu iddia etmek, son derece akıl dışı olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder