2 Ekim 2015 Cuma

SAYIN ADNAN OKTAR’IN MADDENİN  GERÇEK MAHİYETİ HAKKINDAKİ AÇIKLAMALARI


“Madde dışarıda vardır ama dışarıdaki saydam olan, simsiyah karanlık madde ile insanın bir bağlantısı olmaz”

ADNAN OKTAR: Bakın Müslümanların epey bir kısmı bu konudan çekiniyorlar. Madde insanların beyninde oluşuyor görüntü olarak Allah oluşturuyor. Dışarıda vardır ama dışarıdaki saydam olan, simsiyah karanlık olan madde ile insanın bir bağlantısı olmuyor. Onu Allah biliyor. Asıl gördükleri Allah’ın beyinlerinde yarattığı görüntüdür. O görüntü de Allah’ın meydana getirdiği hafif amperdeki bir elektrikle oluşuyor. Çok az bir amperdeki elektrikle, beynine gelen çok düşük volttaki bir elektrik beyninin içerisinde, şu kadarcık et parçasının içerisinde bütün bu alem oluşuyor. Ve adamlar konuşuyor, kavga ediyor. Elindeki çeki senedi yırtıyor birbirlerinin başına atıyor. Arbede çıkartıyorlar, kan gövdeyi götürüyor. Hepsi beyninin içinde oluşuyor. İnsanlar da rüyasında kavga ederler, olay çıkartırlar. Kaçar, kovalanır, hastaneye kalkar, bağırır, çağırır, ağlar. “Aman” der “kabusmuş” der, insanlar. Dünya da işte bir rüya yeridir. Öldüğümüzde biz yine bu rüyadan başka bir rüyaya geçmiş olacağız. İnsan rüyadan rüyaya geçer. Hatta “siz tabakadan tabakaya bindirileceksiniz” diyor Allah, ayet var “tabakadan tabakaya bindirileceksiniz”. Şeytandan Allah’a sığınırım. Rüyadan rüyaya geçiyor insanlar, hatta uyandığında bak, diyor ki adam, ayet bu: “Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?” diyor. Adam uyuduğu kanaatinde, uykudan kalktığı kanaatinde rüyadan kalktığı kanaatinde “Uyuyorduk biz” diyor, “Yattık kalktık burası neresi, nerdeyiz biz?” diyor, “Ne oldu böyle?” diyor. Aklına da gelmiyor öldüğü. Sonra çağırıcı çağırdığında herkes o tarafa koştuğunda cehennemin arazisine giriyorlar. “Eyvah bize” diyorlar “Bu din günü” diyorlar. “Öldük” diyorlar. “Öldük ve dirildik” diyorlar. “Şimdi anladık” diyorlar. “Eyvah” diyorlar, ayet var Kuran ayeti. “Bu din günü” diyorlar. Sonra da Allah’a diyorlar: “Ya Rabbi diyorlar, bizi geri gönder, biz anladık diyorlar, hata yaptık, eksikliklerimiz var, çok mükemmel olacağız” diyorlar. Allah diyor ki, “Dönseler yine ahlaksızlıklarına devam ederler” diyor Allah. Çünkü onlar kendilerini çok akıllı zannediyorlar. O görüntüyü bilerek döneceklerini zannediyorlar. Halbuki Allah onları unutturarak gönderir, gönderse bile, farz edelim gönderse. Gönderdiğinde ne diyecek biliyor musun? Hatta o hatırlasa, farz edelim onu hatırlasa bile, “Ya ne korkunç rüya gördüm arkadaşım” der. Ve eski azgınlığına bütün şiddeti ile devam edecektir. Rüyasında birçok dinsiz, cehenneme gittiğini görür. Etkileniyorlar mı? Yoo. Öldüğünü de görür rüyasında, etkilenmezler. Aynısıdır işte, yani o yine etkilenmez, yine kaldığı yerden devam eder. (Sayın Adnan Oktar’ın HarunYahya.tv’deki canlı sohbeti, 4 Mart 2010)

Bir cisimden gözümüze ulaşan ışık demetleri elektrik sinyallerine dönüşerek beyinde bir etki oluştururlar. Görüyorum derken, aslında zihnimizdeki elektrik sinyallerinin etkisini seyrederiz.

Hayatımız boyunca gördüğümüz her görüntü bir kaç cm3'lük görme merkezinde oluşur. Kafatası ışığı içeri geçirmez, yani beynin içi kapkaranlıktır. Dolayısıyla beynin, dışarıda var olan ışığın kendisiyle muhatap olması asla mümkün değildir. 


Bir parfümü, bir çiçeği, sevdiğimiz bir yemeği, deniz kokusunu, hoşumuza giden ya da gitmeyen her türlü kokuyu beynimizde algılarız.

Bir cisimden gelen ışık demetleri, üstteki resimde görüldüğü gibi retina üzerine ters olarak düşerler. Burada elektrik sinyaline dönüşen görüntü beynin arka tarafındaki görme merkezine ulaştırılır. Görme merkezi dediğimiz yer küçücük bir alandır. Beyin ışığı geçirmediği için, görme merkezine de ışığın ulaşması mümkün değildir. Yani biz, ışıl ışıl ve derinlikli bir dünyayı küçücük ve ışığın asla ulaşamadığı bir noktada algılarız. Aynı şekilde bir ateşin ışığını ve sıcaklığını hissettiğimiz anda bile beynimizin içi kapkaranlıktır ve ısısı hiç değişmez. 

Hayatımız boyunca gördüğümüz her görüntü beynin arka tarafındaki görme merkezinde oluşur ve bu görme merkezi sadece ve sadece birkaç cm3 büyüklüğündedir. Dar bir oda görüntüsü de, geniş bir manzara görüntüsü de bu çok küçük alana sığmaktadır. O halde bizim gördüğümüz, dışarıda var olan gerçek büyüklük değil, sadece beynimizin algıladığı büyüklüktür.

RÜYADAKİ DÜNYA

Sizin için madde, elle tutulan, gözle görülen şeydir. Oysa rüyada da "elinizle tutar, gözünüzle görürsünüz", ama gerçekte ne eliniz vardır, ne gözünüz, ne de görülüp-tutulacak bir şey. Rüyada, bütün bunları beynin dışında sağlayan hiçbir maddi gerçeklik yoktur. Açıkça aldanırsınız. Peki gerçek yaşamla rüyayı ayıran nedir? Sonuçta her iki yaşantı da beynin içinde oluşmaktadır. Rüya sırasında gerçek olmayan bir dünyada rahatlıkla yaşayabiliyorsak, benzer bir durum pekala içinde bulunduğumuz dünya için de geçerlidir. Rüyadan uyandığımızda gerçek yaşantı dediğimiz daha uzun bir rüyaya başladığımızı düşünmemize engel hiçbir mantıklı gerekçe yoktur. Rüyanın hayal, dünyanın gerçek sayılmasının nedeni, sadece alışkanlıklar ve ön yargılardır. Ve bu durum, bir gün, şu anda yaşadığınızı sandığınız dünya hayatından rüyadan uyandırıldığınız gibi uyandırılabileceğinizi gösterir.

Beyin, protein ve yağ moleküllerinden oluşan bir hücreler yığınıdır. Nöron (yukarıda sağda) adı verilen sinir hücrelerinden oluşmuştur. Bilinci oluşturan elbette ki nöronlar değildir. Nöronların yapısını incelediğimizde karşımıza çıkan ise atomlardır (yukarıda solda). Kuşkusuz şuursuz atomların da şuur meydana getirmesi mümkün değildir. Beyin dediğimiz et parçasında, görüntüleri izleyecek, bilinci oluşturacak, kısacası "ben" dediğimiz şeyi yaratabilecek bir güç yoktur.

30 Ocak 1999 tarihli sayısında maddesel evrenin sadece zihnimizde gösterilen haliyle muhatap olduğumuzu ele alan Amerikan bilim dergisi New Scientist'in kapağında şu soru yer alıyor: "Gerçeğin Ötesinde: Evren, Bilginin Bir Dansı mı ve Madde Sadece Bir Seraptan mı İbaret?"

İnsan, bu anlatılanlar doğrultusunda biraz derin düşünürse, bu hayret verici olağanüstü durumu kendisi de açıkça fark eder: Yani, "dış dünya" ile hiçbir zaman doğrudan muhatap olamadığımız gerçeğini...

Bazı insanlar, otobüse dokunduklarında, soğuk metal hissinin beyinlerinde oluştuğunu kabul ederler. Ancak otobüs çarptığında meydana gelecek olan acı hissinin de beyinde oluştuğunu kabul etmezler. Oysa, insan rüyasında da kendisine otobüs çarptığını görse aynı acıyı hissedecektir.

Yapay olarak oluşturulan uyarılar sonucunda, beynimizde aslı kadar gerçek ve canlı bir dünya oluşabilir. Eğer beynimize gelişmiş bir bilgisayar yardımıyla gerekli elektrik sinyallerini gönderebilmek mümkün olsaydı, dış dünyanın varlığına gerek olmadan her türlü olayı yaşayabilir, örneğin uçak kullandığımızı zannedebilirdik.

İnsanlara geçmişte, gelecekte veya şimdi oluyor gibi görünen bütün olaylar, aslında maddeye, zamana ve mekana bağlı olmayan Allah Katında aynı anda olup bitmiştir. Aynı şekilde sonsuzluk da Allah Katında yaşanmış, bitmiştir. Tıpkı bir film şeridindeki karelerin hepsinin aynı anda var olması gibi...

ZAMANIN TERSİNE İŞLEDİĞİ BİR DÜNYADA, 
GEÇMİŞ, GELECEK OLURDU

Tüm olaylar bize belli bir sıralamayla gösterildiği için, zamanın hep ileri doğru aktığını düşünürüz. Örneğin bir kayakçı hep dağdan aşağı doğru kayar, yukarı doğru kaymaz veya bir su damlası su birikintisinden yukarı doğru çıkmaz, hep aşağı doğru düşer. Bu durumda bir kayakçının tepedeki hali geçmiş iken, aşağıya ulaştığı hali gelecektir. Oysa eğer hafızamızdaki bilgiler, bir filmin başa sarılması gibi tersine doğru gösterilmeye başlarsa bizim için gelecek, yani aşağı inmiş hali geçmiş olur, geçmiş ise yani tepedeki hali ise gelecek olur. 

Işık hızına yakın bir hızla uzay yolculuğuna çıkan ikiz kardeşlerden biri, 30 yıl sonra geri döndüğünde, dünyada kalan kardeş diğerine göre çok daha yaşlı olacaktır. 

Zaman tamamıyla algılayana bağlı bir kavramdır. Aynı süre bir kişiye uzun gelirken, başkası için oldukça kısa olabilir. Hangisinin doğru tahminde bulunduğunu anlamak için saat, takvim gibi kaynaklara ihtiyaç vardır. Bunlar olmadan zaman hakkında doğru bir tahmin yürütmek olanaksızdır.

Herşeyin belirlenmiş bir kaderi vardır. Örneğin kırılan bir antika vazo, kaderinde tespit edilen anda kırılmıştır. Birkaç yüzyıllık bu vazo, daha ilk imal edilirken, kimlerin kullanacağı, hangi evin hangi köşesinde, hangi eşyalarla birlikte duracağı belli olarak üretilir.

SAYIN ADNAN OKTAR’IN 
ZAMAN VE MEKAN HAKKINDAKİ AÇIKLAMALARI

MUHABİR: Zaman ve mekân dersem ne diyeceksiniz?

ADNAN OKTAR: Bakın benim bir klasik anlatımım vardır, yine anlatayım. Şimdi fincanı sehpaya vurduğumda bir ses duydunuz.

MUHABİR: Evet

ADNAN OKTAR: Bir daha vuruyorum; iki zamanı, yani iki olay iki anı kafanızda kıyasladınız. Bu aradaki farka siz zaman dediniz. Yani, bu bir inanç; aslında tek bir an var, tek bir anın içerisinde bunlar oldu. Yani, tamamen bir inançtır. Serbest uzayda, boş uzayda Einstein’da söylüyor bunu; zaman diye bir şey yok. Zaman ve mekân tamamen görecelidir yani, algıya bağlı olan bir şey. Zaman olmadığı için, tek bir an olduğu için, tek bir anın içinde her şey yaratılıp bitti. Yani, bütün sonsuz hayat tek bir anın içinde olup bitmiştir. Ama Allah onu algı olarak, bir inanç olarak bize veriyor. Beynin bir inancı bu, bir kıyasla meydana gelen beyindeki mantığın oluşturduğu bir sistem. Yoksa zaman yok, yani, teknik olarak da mümkün değil zaman diye bir şeyin olması. Tek bir an var...

ADNAN OKTAR: İşte tek bir tane an var, her şey onun içinde oluyor. Yani, bizim geçmişimiz, kâinatın ilk patlaması, o Big Bang denen olay, 15 milyar yıl geçmesi. 15 milyar Allah Katında 15 saniye bile değil, 15 salise bile değil; hemen olup bitmiştir.

MUHABİR: Sabit ve değişmez değil o zaman, zaman, sabit ve değişiyor mu?

ADNAN OKTAR: Tabi, algıya bağlı, mesela şu an daha Hitler’i yeni gören varlıklar olabilir. Hitler’in doğumunu daha yeni gören insanlar olabilir. Mesela, Napolyon’u daha yeni gören, daha yeni onun ordularını gören insanlar olabilir. Yani, tamamen algıya ve o andaki varlıklara, onun sunumuna bağlı olan bir şeydir bu. 

MUHABİR: O zaman, zaman kavramı tamamen bir ansa bizim için yaşadığımız gün, yaşadığımız yıl, yaşadığımız yüzyıl da tamamen bir anın içinde yaşanıyor. 

ADNAN OKTAR: Tabi.

MUHABİR: Şöyle düşünebilir miyiz, bir odaya kapatalım bir kişiyi; Güneş’i sahte olarak doğurup batırtalım ve saat sürecini, saat kavramını ortadan kaldıralım. Bu sizin belgesellerinizde çok güzel anlatılmış. Biraz açalım mı?

ADNAN OKTAR: Evet, kesin kavrayamaz. Yani, her şeyi söyleyebiliriz. Mesela, bir insanı uyutsak, yani, suni olarak narkozla uyutsak 4 sene geçti desek o kişiye. Yani 4 yıl sonrasının gazetelerini göstertsek, kupürlerini göstertsek, ‘sen baygındın’ desek, buna kesinlikle inanır. Çok makul görür.

MUHABİR: Evet oldukça enteresan bir konu; peki insanlar bu konuyu nasıl değerlendiriyorlar, yani zaman her şeyin ilacıdır gibi bir kavram var, bir cümle var. 

ADNAN OKTAR: Evet

MUHABİR: Zaman her şeyin ilacıdır, cümlesini kurarken yine o kafalarında yarattığı sadece o inanca göre mi hareket ediyorlar?

ADNAN OKTAR: Yani, bazen tabi bazı üzüntüler oluyor, bazı korkular oluyor, zaman onları unutturuyor. Zamanın içinde onlar geçip gidiyor; ama o bir algı olarak beynine veriliyor. Onu unutturan da Allah onlara; zaman yoksa bir şeye ilaçlık yapmaz. 

MUHABİR: Evet.

ADNAN OKTAR: Yani o bir sebep, ilaç olarak etki ediyor orada. Zamanı, o şahıs bir sebep, bir nevi ilaç olarak kullanmış oluyor. Ve o ilacın etkisiyle o meydana gelmiş oluyor.

MUHABİR: Evet, çok enteresan konular ben de sizin sayenizde öğreniyorum hocam. Şimdi o kadar çok gelen sorular ve bunların değerlendirmeleri var ki; zaman-mekân maddeyle birlikte yaratıldı. 

ADNAN OKTAR: Evet doğru

MUHABİR: Bunu biraz açalım mı?

ADNAN OKTAR: İlk önce, 15 milyar yıl önce; bilim adamları diyorlar ki: ‘Ne zaman vardı ne mekân vardı’ diyorlar. Fakat açıklayabilmek için ilk madde şöyle diyorlar: Sıfır hacim, sıfır hacim, yani yokluk. Sonsuz yoğunlukta bir şey vardı diyorlar. Bunun patlamasıyla kâinat meydana geldi diyorlar. Yani, Kuran’ın açıklamasını kabul etmiş oluyorlar. Kuran’da kâinatı yokluktan var ettiğini anlatıyor Cenab-ı Allah. Kuran’ın dediğine geldiler sonunda. Ve bir anda oluşmuştur bu. Bu patlamayla beraber anında zaman ve mekân da oluşmuştur. Yani, saniyeler hesabıyla hatta saliseler hesabıyla daha kısa bir zaman içerisinde kâinat hemen biçimlenmiştir. Bu olaydan sonra zaman başlamıştır. Daha önce bir zaman yok, daha önce mekân da yok. 

MUHABİR: Hiçbir şey yok. 

ADNAN OKTAR: Yok, sadece Allah var. 

MUHABİR: Sonrasında da zaman-mekan içerisinde yaşıyoruz, hayatımız bizim için hazırlanmış bir tiyatro sahnesi olarak nitelendirelim. Biz, hep kaderimizi yaşıyoruz. (Sayın Adnan Oktar’ın Kanal 35 TV (İzmir) Röportajından, 25 Ocak 2009) 

ADNAN OKTAR: Renk diye bir şey zaten yok, renk, o cisimlerden gelen dalgaları beynimiz bu şekilde yorumladığı için oluşuyor. Mesela mavi renk, yeşil renk, kırmızı renk, dışarıda öyle bir renk yok. Bilim adamlarının hepsi kendileri de öyle söylüyorlar, böyle bir şey yok diyorlar dışarıda. Dışarıda ses de yok, ışık da yok. Mesela Güneş ne kadar parlak, adamın gözünü alıyor, öyle bir konu yok. Güneş simsiyah karanlıktır. O gelen dalgaları bizim beynimiz ışık olarak yorumluyor. Allah öyle yaratmış, çok çok büyük bir mucizedir bu. Mesela ses, dışarıda çıt yoktur. Yani radyo dalgaları nasıl dışarıda böyle oluyor, ancak radyoya geldiğinde ses haline geliyor, değil mi? Mesela televizyon dalgaları da var ama kimse dışarıda ne görüntü görüyor, ne ses duyuyor. Şu an bütün kanalların yayını var, şu an burada geziniyor, ama göremiyoruz, duyamıyoruz, nasıl oluyor? Ancak televizyon cihazına geldiğinde o ses haline geliyor. İşte vücudumuz da böyle bir cihaz gibi. Görüntü geliyor, görüntü televizyon gibi görüntü haline geliyor, elektrik akımı olarak geliyor, görüntü haline geliyor. Ses geliyor, sesin elektriği geliyor, elektriği beynimiz sese çeviriyor, ondan sonra kainat meydana geliyor, ne kadarcık yerde meydana geliyor? Şu kadarcık yerde meydana geliyor; mercimek kadardır. Bütün bu alemi orada yaşıyoruz. Böyle yaşayan insanların Allah’a tevekkül edememesi, Allah’a inanamaması, Allah’ın yarattığı bu sanatı görememeleri ahir zamanda çok büyük bir mucizedir. Mesela bütün teknik aletler her şey beyinde yaratılıyor. Mesela şu fincan beynin içinde yaratılıyor. Yani dışarıda fincan saydam bir varlık olarak, yani görünmeyen bir varlık olarak var. Adamlar oturmuş fabrikadan bahsediyor, fabrikada yapılıyor diyorlar. Yani saydam, ışığı olmayan bir madde var dışarıda bakın. Bakın saydam, ışığı yok, rengi yok, bir şey var dışarıda. Bunu biz beynimizde görüyoruz, ışıklı hale gelen, görüntülü hale gelen biziz, yani fabrika bunu boyamıyor, Allah boyuyor. Allah ses haline getiriyor, görüntü haline getiriyor beynimizde meydana getiriyor. Dışarıdaki yapısı onların hiçbir işine yaramaz. Yani çünkü saydam, renksiz bir şey. Allah mucize olarak beynimizde bütün kainatı sonsuz genişlikte ve büyüklükte yaratıyor. Kendisine sevgiyi de beynimizde yaratıyor, kendisinden korkumuzu da beynimizde yaratıyor, çok çok harika bir alemdir insan. Hatta ben bir kudsi hadiste hatırladığım kadarıyla “Ben yere göğe sığmadım” diyor Cenab-ı Allah “ama mümin kulumun kalbine sığdım” diyor. İşte bu her şeyi ben sizin içinizde yaratıyorum, dışarıda var alem ama gerçeğini ben sizin içinizde yaratıyoruma işaret eden bir izahtır. Ama derin düşünen, derin anlayan içindir bu tabi. (Sayın Adnan Oktar’ın ÇAY TV Röportajından, 8 Nisan 2009) 

Bu binaların yok oluşlarının her anı Allah Katında kayıtlıdır.

Resimdeki caddenin bir ucundan diğer ucuna gitmeye çalışan adam için bir uzaklık söz konusudur. Oysa bu caddeye kuşbakışı bakan bir kişi uzaklık sorunu olmadan caddenin bir ucundan diğerine kadar her yeri tek bir anda rahatlıkla görebilir.

Resimdeki her kare köprüden geçen aracın bir anını görüntülemektedir. Aracın içindeki bir kişi, köprünün girişinden çıkışına kadar belirli bir süre geçtiğini düşünür. Oysa biz bu karelerin tümünü tek bir anda görürüz, yani bizim için zamanın geçmesi gerekmez.

Zamansızlık içinde her kare, her an aynı anda vardır ve sonuna dek var olacaktır. Allah'ın yarattığı hiçbir görüntü, hiçbir olay, hiçbir varlık yok olmaz. Hz. Nuh (as) gemiyi şu an yapmaktadır. Tufan şu an kopmuştur, tufana ait her kare her an şimdi her şeyle eş zamanlı olarak devam etmektedir.
Bunlar geçmişte olup biten olaylar değildirler. Bugün yaşadığımız olaylar ile tüm bu anlatılanlar aynı anda gelişmektedir. Çünkü bunların her biri Allah'ın hafızasında sonsuza dek kalacak şekilde var edilmektedir. 

Resimlerde gördüğünüz mekanların bütün yapım aşamaları ve günümüzdeki halleri Allah Katında kayıtlıdır. Geçmişte bu mekanlarda yaşamış olan insanların yapmış oldukları herşey “şu an" Allah Katında eksiksiz olarak muhafaza edilmektedir.

Resimde görülen insan aslında “şu an" doğmakta, “şu an" balık tutmakta, diplomasını almakta, evlenmekte, çocuk ve hatta torun sahibi olmaktadır. Bu kişinin hayatına dair tüm detaylar "şu an" gerçekleşmektedir ve o kişi "şu an" ölmekte ve yine "şu an" dirilerek Allah Katında hesap vermektedir.

SAYIN ADNAN OKTAR’IN ALLAH’IN RUHUNUN TÜM KAİNATI KAPLADIĞINA DAİR AÇIKLAMALARI

 “Var olan bir şey Allah Katında asla kaybolmaz”
“Allah’ın ruhunun olmadığı hiçbir yer yoktur”

CİHAT GÜNDOĞDU: “Dünya hayatı rüya alemiyle tıpatıp aynı mıdır? Rüyamızda gördüğümüz mekan, hatta kişiler uyandığımızda kayboluyor. Rüyamızdaki kişilerde ruh var mıdır?” 

ADNAN OKTAR: Rüyadaki kişiler hiçbir zaman için kaybolmaz. Allah’ın Katında o sürekli durur. Yani var olan bir şey, Allah Katında asla kaybolmaz. Yani, mesela bizim çocukluğumuzda ilkokula giderken çantamıza haşlanmış yumurta koyuyorlardı farz edelim değil mi? Portakal koyuyorlardı. O olduğu gibi tadıyla, kokusuyla, biçimiyle sonsuza kadar durur kaybolmaz. Hiçbir şekilde kaybolmaz. Her adımın, okula giderken sonsuza kadar durur kaybolmaz. Yani onun kaybolması için haşa Allah’ın yok olması lazım. Allah’ın hıfzından, Allah’ın bilgisinden bir şeyin kaybolması mümkün değildir. Mesela bizim bu konuşmamız sonsuza kadar Allah’ın Katında durur. Sonsuz evvelde bizim bu konuşmayı yapacağımızı da Allah biliyordu. Ve yaratmıştı. Yani insanların aklını alacağı gibi bir şey değil bu. Tek bir an içerisinde, bakın sonsuz hayatı yaratıp bitirmiş Allah. Sonsuzluk biter mi? Bitmez. Ama bitiyor Allah Katında. Değil mi?

ALTUĞ BERKER: Bu konuyu izah eden bir kitabınız var Hocam gerçekten çok muazzam bir eser. ‘Sonsuzluk Başlamış Durumda’ diye.

ADNAN OKTAR: ‘Sonsuzluk Başlamış Durumda’ evet. Mesela adamın kedisi var. Kedisini kucağında seviyor. Hırlıyor hayvan. Sonsuza kadar o kaybolmaz. Rüyanızda gördüğünüz hiçbir görüntü sonsuza kadar kaybolmaz. Rüyanızdaki varlıklar, onlar da Allah’ın ruhunu taşıyan görüntüdür. Yani Allah’ın ruhu her yerdedir. Dolayısıyla o görüntü de şuurlu bir varlıktır. Hepsi Allah’ın ruhunu taşıyor. Allah’ın ruhunun olmadığı hiçbir yer yoktur. Bütün kainatı kaplamıştır Allah’ın ruhu. Cennette de öyle, mesela bardağa gel dediğinde Allah’ın ruhunu taşıdığı için dinliyor o bardak seni. 

ALTUĞ BERKER: Deriler şahitlik ediyor.

ADNAN OKTAR: Tabii. Deri niye şahitlik ediyor? Allah’ın ruhu deride olduğu için şahitlik ediyor. Orada konuşan Allah. Allah tecelli ediyor. Mesela “çalıdan Allah seslendi” diyor. Değil mi? Kuran’da ayette. Allah’ın ruhu orada, her yerde olduğu için. Çalıdan sesleniyor Allah. Mesela Hz. Musa (as)’ın asası, asanın içinde Allah’ın ruhu var. Bir anda yılana dönüşüyor. Mesela çamurdan kuş biçiminde bir şey yapıyor. O çamurun içinde Allah’ın ruhu var, üfürdüğünde üfüren yine Allah. Onu kuş haline getiren de Allah’tır. Yani Allah’ın ruhunun olmadığı şuurlu olmayan hiçbir şey yoktur, hiçbir yer yoktur. Ama şu an sözümüz, mesela şu an şu bardak şuurlu bu. Allah’ın ruhunu taşıyor. Bu şuurunu nasıl gösteriyor? Havaya kalktı bakın bardak. Allah emrettiği için havaya kalktı bardak. Mesela geri bırakıyorum, Allah kolumu vesile ediyor Allah geri bıraktı. Allah’ın ruhunu taşıdığı için. Şuurlu. Mesela bak demin bana ıhlamur ikram etti Cenab-ı Allah. Allah içirdi şuurlu olduğu için. Mesela bu kap da şuurlu. Allah bunun içinde ıhlamur meydana getiriyor. Ihlamur yaratıyor, şuurlu olduğu için. Mesela Allah döktü kabın içerisine, Allah içirdi. Kolumu vesile yaptı aklımın ihtiyarı kalkmamış oldu. Şuurlu olmayan hiçbir şey yoktur. Mesela ben şimdi Kuran’ı kapatıyorum, kapattım Allah kapattı. Açıyorum, Allah açtı. Allah’ın ruhu Kuran’ın üstünde ve her yerinde şu an... (Sayın Adnan Oktar’ın HarunYahya.tv’deki canlı sohbeti, 4 Mart 2010)) 

Bir insana çocukluğunda alınmış olan ve çok sevdiği ama bir kazada kaybettiği köpeğinin her anı, onu severken, onunla oynarken ya da o kendisine bakarken kısacası hatırladığı ya da hatırlamadığı her anı Allah Katında kayıtlıdır.

Sokakta yürürken önünden geçtiğiniz bir bahçedeki kelebekler, çiçekler kısacası tüm detaylar siz unutsanız dahi halen aynı şekilde Allah Katında muhafaza ediliyorlar.

Çiçeklerde birbiri peşi sıra meydana gelen değişimler, ayrı zamanlarda olmuş gibi gözükse de gerçekte her aşaması aynı anda yaşanmaktadır. Bu çiçeği gören insanların hafızasından bir müddet sonra bütün görüntüler silinir ama bunların her biri Allah'ın sonsuz hafızasında kalır. 

Zaman kavramı yalnızca insan için geçerlidir. Allah'ın hafızası tüm zamanların üstündedir. Yeryüzünde tarih boyunca var olmuş bütün menekşeler aslında aynı anda açmakta, aynı anda solmaktadır. Evinizde bir saksıda yetiştirdiğiniz menekşeler için de aynı şey geçerlidir.

Yağmur damlalarının oluşumundaki her aşama Allah'ın bilgisi dahilindedir. Allah her türlü yaratmayı bilendir.

Bu ağaçların kesim aşamalarında neler olacağı, kesimi kimlerin yapacağı, hangi evin yapımında kullanılacakları gibi tüm detaylar Allah Katında önceden belirlenmiştir.

Tek bir portakalın yaşam süresinin her saniyesi, kaderindeki her an, Allah Katında sonsuza kadar saklıdır. 

Yeryüzündeki suların da tümü tek bir anda yani şu an akmaktadır. Tek bir su damlası dahi yok olmaz, sonsuza kadar Allah'ın hafızasında saklı kalır. 

Bu mekanın 1000 yıl önceki hali de, 500 yıl önceki durumu da ve bundan sonra üzerine inşa edilecek tesisler de, aralarında zaman varmış gibi gözükse de, aslında tek bir anda mevcutturlar.

Andolsun, senden önceki elçilerle de alay edildi, bunun üzerine Ben de o inkara sapanlara bir süre tanıdım, sonra onları (kıskıvrak) yakalayıverdim. İşte nasıldı sonuçlandırma? (Rad Suresi, 32)

SAYIN ADNAN OKTAR’IN BAZI İNSANLARIN DÜNYAYA OLAN SEVGİLERİNİ ALLAH’A YÖNELTMELERİ KONUSUNDAKİ AÇIKLAMALARI

“Dünyaya aşık olduğu için insanlar ruh hastası oluyorlar, psikolojileri bozuluyor”

ALTUĞ BERKER: Bir soru daha var Hocam önümde. “Sayın Hocam dünyaya olan sevgimizi Allah’a yöneltmek nasıl olur? Hocam Allah için sevebilmek nasıl olur? Allah için sevebilmek için ne yapmamız gerekir? Allah’a deli aşık nasıl olabiliriz? Ne yapmamız gerekir?” 

ADNAN OKTAR: Gerçekten de derin imanlı insan nadir oluyor dünyada. Azdır. Normal imanlı insan çok olur. İmansız da çok fazla olur. Dünyanın ne olduğunu bir kere insan iyi bilirse, konu hallolur. Ama bunu düşünmezse, gerçeği görmezse bu olmaz. Şimdi dünya ne? Ben bakıyorum; bir görüntü görüyorum. Elips şeklinde bir görüntü pırıl pırıl, aydınlık, renkli 3 boyutlu bir görüntü, sonra daha akılcı, daha bilimsel, mantıklı olaya baktığımda; beynimin içinde şu kadarcık yerde bu olayın olduğunu anlıyorum. Kardeşim, bir insanın hayatı beyninin içinde şu kadarcık yerde geçer de ve sadece görüntüden ibaret bir dünyası varsa nasıl dünyaya kendini böyle bağlar? Şunu çocuk olsa yapmaz. Bir de bu hayali bir konu da değil. İman etmeleri gereken, elle tutulan, elle tutulmayan gözle görülmeyen bir konu değil. Bu elle tutulan, gözle görülen, işitilen, bilinen bir açık gerçek. Bunu görürse bir insan, dünyadan geçer. Çünkü adamın evi dediği şey beyninin içindeki bir görüntü oluyor. Arabası, eşyaları beyninin içerisindeki bir görüntü olmuş oluyor. Dünyaya aşık olduğu için insanlar ruh hastası oluyorlar, psikolojileri bozuluyor. Mutsuz oluyorlar halbuki durumunu tam görse bir de bakacak ki; sadece şu kadarcık yerde oluşan bir görüntü var. O görüntüye bu kadar bağlanmış. O görüntüye o kadar bağlanacağına, o görüntüyü sana gösterene tam bağlansan. En doğrusu bu olur değil mi? En doğrusu demeyelim Allah affetsin, doğrusu bu olur. Şimdi görüntüyü gösteren sonsuz güce bağlanmak varken, “sadece bir görüntü görüyorum ama kim gösteriyorsa gösteriyor beni ilgilendirmez” diyorsa bir insan, bu normal bir hareket değildir. Aklı başında bir insan bunu yapmaz değil mi? Onun için aşık oldukları dünyanın özelliği nedir, bir ona bakacaklar. Günde 8 saat uyumamız gerekiyor. Değil mi? İnsanlar genelde 8 saat uyuyor. Günün neredeyse yarısı. İşte banyo yapıyor, elini yüzünü yıkıyor. Yemeğini yiyor falan yani bu günün yarısını aşıyor, geriye kalan kısmında da çalışıyor. Fakat bu beyninde ona bu şekilde gösteriliyor. Kişi buna razıysa, Allah onun devamını hayatında gösteriyor. Yine sürünme tarzında bir hayatı ona sonsuza kadar vermiş oluyor Cenab-ı Allah. Şimdi renkli bir görüntü var, ses var, duyma var, konuşma var, konuşmayı duyan biri var. Görüntüyü gören birisi var. Dokunma hissi var. Koklama hissi var. Beş duyuyla insan her şeyi anlıyor. Nefis bir gülü koklayabiliyor. Güzel bir yiyeceği tadabiliyor. Güzel bir müziği duyabiliyor. Görebiliyor, dokunabiliyor, mükemmel bir hayat yaşıyor, görüntü olarak. Ama bunların hepsi hislerden oluşuyor ve Allah bunu his olarak yaratıyor. “Bu bir gerçek mi?” diyoruz, “gerçek ama sen bunu anlatmasan daha iyi olur” diyor. Bak bu konuyu anlatmamı da istemiyorlar. “Bu bizi biraz ürkütüyor, korkutuyor” diyorlar. “İnsan o zaman biraz acayip oluyor” diyor; mesela “evim var” diyor , bakıyor beyninin içinde olduğunu görüyor, “evin pek bir anlamı kalmıyor benim için” diyor. “Okula gidiyorum” diyor, “bakıyorum okul beynimin içinde, üniversite imtihanları da, her şey de, öğretmenlerim de beynimin içinde yaratılıyor, onun da bir anlamı kalmıyor benim için” diyor. Dolarları, arabası bakıyor onlar da görüntü beyninin içerisinde. “O zaman pek zevkli olmuyor” diyor. Çünkü o, gözü metaya göre alıştığı için, Allah’ı unutmak ve maddeye dalmak istiyor. Allah da ona onun görüntü olduğunu gösterip, “bu görüntüyü yapan Benim” diyor. “Bana dikkatini ver” diyor Allah. O da diyor ki “Ya Rabbi sana dikkatimi vermeyeceğim. Senin yarattığın görüntüye dikkatimi vereceğim” diyor. Allah da “Ben senin canını yakacağım o zaman” diyor. Ondan sonra başlıyor bunalım, sıkıntı, üzüntü, gerilim değil mi? 
Allah’ı bırakıp keyfinin peşine düşmeye kalktıkça canı gittikçe yanmaya başlar, gittikçe yanmaya başlar. Hatta Allah vermesin kendini öldürmek isteyecek dereceye gelir, öldürmeyle kurtulacağını zanneder halbuki o bir başlangıçtır. Asıl acının ve ızdırabın başlangıcıdır. Hani var ya böyle intihar eden tipler oluyor. Aklı gittiği için. Yapanları tenzih ederim de, sonsuza kadar kahredici bir azapla yaşıyorlar. Sonsuz ne demek biliyor musunuz? Yüz trilyon sene geçiyor. Kahredici azap katlanarak devam ediyor. Bir yüz trilyon daha geçiyor kahredici azap katlanarak devam ediyor. Allah’a meydan okumak haşa sonsuza kadar azapla karşılık alır. Kim yaparsa. Bu meydan okumanın karşılığı budur. Bunu da Allah insanlara gösteriyor. Ahirette, müminler onu görünce ibret alıyorlar: “Aman Ya Rabbi sana sığındık” diyorlar. Bu görüntüye aldanmak; akılcı bir bakın. Şu kadarcık bir yerde bir görüntü. Bir insanın olduğunu düşünün; siz şu kadarcık bir yerde görüntü oluştursanız orada da birisi olsa ve o görüntüye tamah etse ve başka da hiçbir şey düşünmüyor olsa, bu sizi çok kızdırmaz mı? Veyahut şöyle söyleyeyim. Biz bir misafir çağırıyoruz. Her türlü yiyecek var, çok lüks çok güzel yiyecekler hazırlandık, çok iyi ağırladık. Yemeği yedikten sonra adam kapıyı vurup çıkıyor. Sen diyorsun ki “Bu yemeği kim yaptı biliyor musun?” diyorsun. “Bana ne” diyor. “Yemeklerin çeşitlerine dikkat ettin mi”, “gördüm” diyor,“lezzetli miydi”, “lezzetliydi” diyor. “Seni buraya kim getirdi”, “o da beni ilgilendirmez” diyor, “yemeğin sahibi seni ilgilendirir mi”, “o da beni ilgilendirmez” diyor. Peki böyle bir durumda insanın kalbinde o insana karşı bir sevgi kalır mı? 

ALTUĞ BERKER: Kalmaz tabii. (Sayın Adnan Oktar’ın HarunYahya.TV’deki canlı sohbeti, 4 Mart 2010) 

Kambriyen kayalıklarında bulunan fosiller, salyangozlar, trilobitler, süngerler, solucanlar, denizanaları, deniz yıldızları, yüzücü kabuklular, deniz zambakları gibi kompleks omurgasız türlerine aittir. İlginç olan, birbirinden çok farklı olan bu türlerin hepsinin bir anda ortaya çıkmalarıdır. Bu yüzden jeolojik literatürde bu mucizevi olay, "Kambriyen Patlaması" olarak anılır.

Evrimcilerin en büyük yanılgılarından bir tanesi de yukarıda temsili resmi görülen ve ilkel dünya olarak nitelendirdikleri ortamda canlılığın kendiliğinden oluşabileceğini düşünmeleridir. Miller deneyi gibi çalışmalarla bu iddialarını kanıtlamaya çalışmışlardır. Ancak bilimsel bulgular karşısında yine yenilgiye uğramışlardır. Çünkü 1970'li yıllarda elde edilen sonuçlar, ilkel dünya olarak nitelendirilen dönemdeki atmosferin yaşamın oluşması için hiçbir şekilde uygun olmadığını kanıtlamıştır.

Evrim teorisini geçersiz kılan gerçeklerden bir tanesi, canlılığın inanılmaz derecedeki kompleks yapısıdır. Canlı hücrelerinin çekirdeğinde yer alan DNA molekülü, bunun bir örneğidir. DNA, dört ayrı molekülün farklı diziliminden oluşan bir tür bilgi bankasıdır. Bu bilgi bankasında canlıyla ilgili bütün fiziksel özelliklerin şifreleri yer alır. İnsan DNA'sı kağıda döküldüğünde, ortaya yaklaşık 900 ciltlik bir ansiklopedi çıkacağı hesaplanmaktadır. Elbette böylesine olağanüstü bir bilgi, tesadüf kavramını kesin biçimde geçersiz kılmaktadır.

Doğal seleksiyona göre, güçlü olan ve yaşadığı çevreye uyum sağlayabilen canlılar hayatta kalır, diğerleri ise yok olurlar. Evrimciler ise doğal seleksiyonun canlıları evrimleştirdiğini, yeni türler meydana getirdiğini öne sürerler. Oysa doğal seleksiyonun böyle bir sonucu yoktur ve bu iddiayı doğrulayan tek bir delil dahi bulunmamaktadır.

Lamarck zürafaların ceylan benzeri hayvanlardan türediklerine inanıyordu. Ona göre otlara uzanmaya çalışan bu canlıların zaman içinde boyunları uzamış ve zürafalara dönüşüvermişlerdi. Mendel'in 1865 yılında keşfettiği kalıtım kanunları, yaşam sırasında kazanılan özelliklerin sonraki nesillere aktarılmasının mümkün olmadığını ispatlamıştır. Böylece Lamarck'ın zürafa masalı da tarihe karışmıştır.

Evrimciler yüzyılın başından beri sinekleri mutasyona uğratarak, faydalı mutasyon örneği oluşturmaya çalıştılar. Ancak onyıllarca süren bu çabaların sonucunda elde edilen tek sonuç, sakat, hastalıklı ve kusurlu sinekler oldu. Solda, normal bir meyve sineğinin kafası ve sağda ise mutasyona uğramış diğer bir meyve sineği.

YAŞAYAN FOSİLLER EVRİMİ YALANLIYOR

Fosiller, evrimin hiçbir zaman yaşanmadığının ispatıdır. Fosil kayıtlarının ortaya koyduğu gibi, canlılar sahip oldukları tüm özelliklerle bir anda var olmuşlar ve soyları devam ettiği müddetçe en küçük bir değişiklik geçirmemişlerdir. Balıklar hep balık, böcekler hep böcek, sürüngenler hep sürüngen olarak var olmuştur. Türlerin aşama aşama oluştuğu iddiasının bilimsel hiçbir geçerliliği yoktur. Tüm canlıları yaratan Allah'tır.

Bitkilerin evrimi iddiasını doğrulayan tek bir fosil örneği dahi yokken, evrim geçirmediklerini ispatlayan yüz binlerce fosil vardır. Bu fosillerden biri de resimde görülen 54 – 37 milyon yıllık ginkgo yaprağı fosilidir. Milyonlarca yıldır değişmeyen ginkgolar, evrimin büyük bir aldatmaca olduğunu göstermektedir.

Evrim yanlısı gazete ve dergilerde çıkan haberlerde yukarıdakine benzer hayali "ilkel" insanların resimleri sıklıkla kullanılır. Bu hayali resimlere dayanarak oluşturulan haberlerdeki tek kaynak, yazan kişilerin hayal gücüdür. Ancak evrim bilim karşısında o kadar çok yenilgi almıştır ki artık bilimsel dergilerde evrimle ilgili haberlere daha az rastlanır olmuştur.

Evrimciler, fosiller üzerinde yaptıkları yorumları genelde ideolojik beklentileri doğrultusunda yaparlar. Bu nedenle vardıkları sonuçlar çoğunlukla güvenilir değildir. 

Evrimcilerin istedikleri tüm şartlar sağlansa bir canlı oluşabilir mi? Elbette ki hayır. Bunu daha iyi anlamak için şöyle bir deney yapalım. Soldakine benzer bir varile canlıların oluşumu için gerekli olan bütün atomları, enzimleri, hormonları, proteinleri kısacası evrimcilerin istedikleri, gerekli gördükleri tüm elementleri koyalım. Olabilecek her türlü kimyasal ve fiziksel yöntemi kullanarak bu elementleri karıştıralım ve istedikleri kadar bekleyelim. Ne yapılırsa yapılsın, ne kadar beklenirse beklensin bu varilden canlı tek bir varlık bile çıkaramayacaklardır. 

Bir cisimden gelen uyarılar elektrik sinyaline dönüşerek beyinde bir etki oluştururlar. Görüyorum derken, aslında zihnimizdeki elektrik sinyallerinin etkisini seyrederiz.

Gözü ve kulağı, kamera ve ses kayıt cihazları ile kıyasladığımızda bu organlarımızın söz konusu teknoloji ürünlerinden çok daha kompleks, çok daha başarılı, çok daha kusursuz tasarımlara sahip olduklarını görürüz.

Bütün hayatımızı beynimizin içinde yaşarız. Gördüğümüz insanlar, bindiğimiz araba, içinde çalıştığımız iş yeri, çevremizdeki herşey beynimizde oluşur. Gerçekte ise beynimizde, ne renkler, ne sesler, ne de görüntüler vardır. Beyinde bulunabilecek tek şey elektrik sinyalleridir.

Geçmiş zamanlarda timsaha tapan insanların inanışları ne derece garip ve akıl almazsa günümüzde Darwinistlerin inanışları da aynı derecede akıl almazdır. Darwinistler tesadüfleri ve cansız şuursuz atomları cahilce adeta yaratıcı güç olarak kabul ederler hatta bu batıl inanca bir dine bağlanır gibi bağlanırlar.

İnsan, sonsuzluk kavramını çoğu zaman tam olarak kavrayamaz. Çünkü hayatı boyunca hep sınırlı zaman dilimleriyle, sınırlı uzaklık ya da büyüklüklerle düşünür. Allah ise öyle büyük bir ilme sahiptir ki, insanın kavramaktan aciz kaldığı sonsuzluk, O'nun Katında sona ermiştir. Bizim için sonsuzluk asla ulaşılamayacak gibi görünür, ama aslında Allah Katında sonsuzluk tek bir andır…

Bu kitapta sonsuzluk, zamansızlık, mekansızlık konularında hiçbir yerde bulamayacağınız açıklamaları okuyacak ve sonsuzluğun aslında başlamış olduğu gerçeğiyle karşılaşacaksınız. Böylece Allah'ın yüceliğini, büyüklüğünü ve yaratma sanatını bir kez daha takdir etme fırsatı elde edeceksiniz. İnsanların her zaman merak ettiği; Allah'ın nerede olduğu, ölümün mahiyeti, öldükten sonra yeniden dirilme, insan için sonsuz bir yaşamın varlığı, tüm bunların ne zaman olacağı gibi pek çok sorunun da gerçek yanıtını bulacaksınız.
Bu kitabı dikkatle okuyunuz. Buradaki açıklamalar, hep "zahiriyle", yani görünen yüzüyle düşünmeye alıştığımız dünyanın, "batını"nı, yani gizli gerçeğini anlatmaktadır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder